HOŞGELDİNİZ...

27 Mart 2007 Salı

Bir Maniniz Yoksa, İnternet Bakmaya Gelecektik…

Yazar: Gökhan Demirtaş

İnternet kavramının Türkiye’de emeklemeye başladığı yıldı 1995. Herkes için bilinmez, muamma bir dünyaydı o zamanlar İnternet. Siyah-beyaz televizyon piyasaya çıktığında bu aleti satın alma imkanı olan birinin evinde toplanılıp birlikte televizyon seyredilmesine benzer bir ilgiyle karşılandı. Biz hevesli genç üniversite öğrencileri ise İnternet’in hemen her imkanından faydalanmak istiyorduk. Hızlı öğreniyor; daldan dala konuyor; bulduğumuz her bilgi kaynağına saldırıyorduk. Ucu bucağı olmayan bu devasa mecradan sıkılmak mümkün müydü? Üniversitedeki branşımızla alakalı olsun olmasın, gelecekte İnternet ile ilgili bir meslek edinmenin hayalini kuruyorduk; çünkü yeni, bilinmeyen ve prestijli bir dünyaydı İnternet Türkiye için.

Öyle de oldu. Birlikte mühendislik okuduğum arkadaşlarımın çoğu ve ben, büyük ölçüde İnternet ile ilgili mesleklere sahip olduk. Kimimiz network mühendisi, kimimiz güvenlik uzmanı, kimimiz programcı, kimimiz Web tasarımcısı, kimimiz teknik destek elemanı olduk. Sokaktaki vatandaşa hiçbir şey ifade etmeyen, elle tutulup gözle görülmeyen küçük ayrıntılar, bit’ler, byte’lar, kodlar ve pikseller arasında didinip durduk. İnsanların ziyaret edip vakit harcadıkları Web siteleri hazırladık; bankalar ve mağazalar için online alışveriş ve hesap yönetimi sistemleri inşa ettik; siteleri “hacker” saldırılarından koruduk; özel bilgilerin güvenliğini sağladık. Elektrik, makine, inşaat ya da matematik mühendisi olan genç insanlar, daha yeni tanıdıkları bu devasa dünyanın bir parçası olarak buldular kendilerini...

Bugün geriye dönüp baktığımda, 4 yıllık kısa sayılabilecek iş hayatımda yoğun biçimde yaşadığım trajikomik anılar aklıma geldikçe tebessüm ediyorum. En enteresan anılarım, onca bilgisizliğine rağmen takdir edilesi bir merak duyduğu İnternet’te bir şekilde yer edinmek isteyen Türk halkına yardımcı olmaya çalışırken gerçekleşti.

Konunun anlaşılabilmesi açısından, Türkiye’nin sayılı İnternet servis sağlayıcılarından birinin teknik destek departmanında telefonla destek verirken yaşadığım bir diyaloğu aktarmak istiyorum:

- İyi günler, X teknik destek, nasıl yardımcı olabilirim?
- Beyefendi, benim İnternet’im gelmiyor? Yani 10 gün oldu abone olalı; hâlâ gelen giden birşey yok!
- (İnternet’in gelmemesiyle neyin kastedildiğini anlamaya çalışıyorum.) Hanımefendi, isterseniz önce rutin kontrollerimizi yapalım. Bilgisayarınız açık mı?
- Açık. Ama hem bana Hotmail de vermediniz daha? Hiç memnun değilim hizmetinizden. Böyle şey olmaz kardeşim!
- Eeee, hımm, şimdi şöyle, Hotmail, bizden bağımsız bir hizmet. www.hotmail.com adresine girerek oradan kendinize bir hesap açabilirsiniz. Ama önce, İnternet bağlantısını sağladığımızdan emin olalım. Şimdi, masaüstünden Bilgisayarım ya da My Computer ikonuna tıklayalım, lütfen.
- İkon ne? Masaüstümde öyle birşey yok. Ekrandan mı bahsediyorsunuz? Açma tuşuna basayım mı?
- (Kafam, iyice karışmıştı.) Tabii, açmanız gerekir; yoksa ne yaptığımızı göremeyiz. İkon dediğimiz, şöyle küçücük bir resim; bilgisayara benziyor.
- Nerede olması lazım bunun?
- Şimdi şöyle…

Bu konuşma, yaklaşık 1,5 saat sürdü ve beni varlığımın sebeplerini sorgulamaya itti (!) Aslında, müşteri tamamıyla haklıydı; bir hizmet satın almıştı ve bundan yararlanmak istiyordu. Ancak, bilgisayar kullanma konusunda pek bilgisi olmayan bir insana İnternet bağlantısı sağlatmaya çalışmak ya da en azından bunu en basite indirgemek, gerçekten çok meşakkatli birşey. Tabii görevim zaten bu olduğu için, müşteriyi fazla kızdırmamaya çalışarak ve tüm beyin enerjimi kullanmak suretiyle, müşterinin kastettiğim şeyden ne anladığını ve telefonun öbür ucunda aslında ne yaptığını çözmeye gayret ederek görevimi ifa etmiş ve başarılı bir biçimde İnternet’e bağlanmasını sağlamıştım. Bu diyaloğun en ironik bölümü şuydu:

- Evet, hanımefendi, şu an sistemden, İnternet’e bağlı olduğunuzu görebiliyorum. Tebrikler!
- Hı hı, sanırım bağlandım. Şimdi ne yapacağım?

Bu diyalogdan anlaşılabileceği üzere, İnternet’in nimetlerinden sonuna kadar yararlanmak isteyen Türk halkı, aslında bu konuda çok yetersiz bilgiye sahipti. Bugün durum, biraz daha farklı. Eski dostlar, aynı okulun mezunları, birbirlerini İnternet’ten buluyor; firmalarımızın birçoğu, kendine bir sanal mağaza ediniyor ya da tanıtıcı bir Web sitesi hazırlıyor. E-posta ve Web sitesi adresleri, ICQ numaraları, havada uçuşuyor. İnternet, hayatımıza öyle ani ve yoğun biçimde girdi ki herkes ne olduğunu şaşırdı…

Peki, aslında hangi noktadayız? Yeni binyılda ne kadar yol katettik? Tüketim ve kullanım açısından bakıldığı zaman, dünya standartlarına yakın sayılabiliriz. Birçok cesur girişimci, işini İnternet üzerinden yürütme yoluna girdi bile. Lakin, şahsi kanaatime göre, zihniyet olarak pek fazla ilerleyebilmiş değiliz. Pek çok kişi için, İnternet hâlâ muamma; bilinmeyen ve hakim olunamayan bir mecra. Birçok firma, kurumsal bir Web sitesine sahip olmanın, prestij ve ticaret açısından ne kadar önemli olduğunun farkında değil ya da somut bir mecra olmadığı için, İnternet’i pek fazla ciddiye almıyor.

Halbuki, en az basılı ve görsel medya kadar önemli bir iletişim aracı İnternet. Hemen örnekleyelim bu durumun gerçekliğini. Web tasarımcısı olarak görev yaptığım bir şirkette yaşadığım ve hatırladıkça beni bol bol güldüren bir anımı aktarmak istiyorum:

Patronum, yanıma geldi ve:

- Gökhan’cığım, müşteriden brief geldi az önce. Sen hemen hızlı biçimde birşeyler hazırlarsan iyi olur.
- (İstek listesini aldım ve baktım.) Tabii, önce bir okuyayım şunu.
Okudukça, gözlerim faltaşı gibi açılmaya başladı; zira müşteri -velinimetimiz-, kurumsal bir Web sayfasında bulunmaması gereken ne kadar gayri ciddi öğe varsa koyulmasını istiyordu. Müşteri, bir alabalık çiftliği işletiyordu. İsteklere göre, sayfanın sağ üst köşesinde bir şadırvan animasyonu olacak ve su sesiyle birlikte sular akacaktı. Bunun içinden logo (mümkün olduğu kadar büyük boyutlarda) çıkarak dönmeye başlayacak ve şadırvanın havuzunun üzerinde yüzecekti. Hemen akabinde, havuzun içinden alabalıklar sıçrayarak butonlara dönüşecek; tıklandıkça şirketle ilgili sayfalara gidilecek ve aynı zamanda, arka planda müşterinin özel (!) olarak seçtiği yöresel bir türkü çalacaktı. Sitenin renkleri (şirket sahibi Fenerbahçeli olduğu için), sarı-lacivert olacaktı. Aslında, işimiz çok kolaydı. Müşteri, zaten her şeyin nasıl olması gerektiğini açık açık tarif etmişti.

Sevdiğim bir söz var: “Arife tarif gerekmez.”

Böyle bir animasyonu o kadar kısa sürede bitirmenin ve bir Web sitesinde kullanmanın olanaksızlığı bir yana, herhangi bir sanat yönetmeninin, bunu gönül rahatlığıyla onaylamasının mümkün olmadığı aşikardı. Bu iş için verilen fiyat teklifi üzerinde müşterinin ne kadar pazarlık ettiğini bilmek bile istemezsiniz.

Buradaki zihniyet için benim yaptığım istatistiksel tespit şöyle:

- Web tasarımı, çok kolay bir iş. Zaten ne yapacaklarını biz tarif ediyoruz. Onlar “kompütür”e söylüyorlar; o da kendi kendine yapıyor. Böyle bir site, taş çatlasa, iki günde bitmeli bizce…
- Ne? Kurumsal kimlik mi? Hayır, sayfamızın sarı-lacivert olmasını istiyoruz. Logo da büyük olsun, lütfen…
- Çok kolay bir iş olduğu için, istediğimiz kadar fiyat kırabiliriz. Zaten, oturdukları yerden iş yapıyorlar. Bizim yeğen var ya; o da anlıyor bilgisayardan. Belki ona yaptırırız. Siz şu teklifi bir gönderin hele…
- Her şeyin en iyisini biz biliriz. Alabalık satıyorsak, sayfamızda balıklar uçuşmalı. Tencere tava satıyorsak, Web sayfamızda düdüklü tencerede kuru fasulye pişmeli. Başka türlü, müşteri çekemeyiz. İşi ajansa bırakırsan, vay haline…
- Bu site zaten bir işimize yaramayacak. Rakip firmanın sitesi olduğu için biz de yaptırıyoruz. Bizi fazla uğraştırmayın lütfen. Buna vereceğimiz parayla, yerel gazetelerden birine ilan verirdik…

Durum böyle olunca, haliyle ne tasarımcı yaptığı işten zevk alıyor; ne ajans para kazanabiliyor ve gurur duyarak portföyüne katabileceği işler çıkarabiliyor; ne de müşteri yaptırdığı siteden verim sağlayabiliyor. Bir sürü fabrikasyon site üretiliyor. İnternet, gitgide bir siberuzay çöplüğüne dönüşüyor ve Türkiye, yine olduğu yerde sayıyor.

Konuyu bağlayabilmek açısından, Türk insanının, bu konuda gerçek anlamda eğitilmesi ve İnternet kültürünün, özellikle genç nesle tam anlamıyla aşılanması gerektiğini düşünüyorum. Web tasarımı, bunun sadece bir bölümü ve dijital tasarımla uğraşan kişilerin, genel olarak reklam/grafik camiasının muzdarip olduğu sorunlar var. Elbette, bunlar çözümsüz değil; hepsi zamanla aşılacak problemler. Ancak, çağın gerisinde de kalmamak lazım…

Geri Dön > Ana Sayfa > Web Tasarım >